11:06




Başı RAHMET ortası MERHAMET sonu ise CEHENNEM'den AZAD olan Mübarek
Ramazan ayının iyiliklere aracı olmasını dilerim....

11:39



Alyans neden dördüncü parmaktadır

Bunun, Çinliler'in anlattığı çok güzel ve akla yatkın bir hikayesi var.. Deneyin..

İlk önce avuçlarınızı birbirine bakacak şekilde açın. Orta parmakları bükün ve sırt sırta birleştirin. Daha sonra kalan dört parmağınızı da dik durucak şekilde uç uca getirin, birbirlerine değsinler.

Şimdi, anne babanızı temsil eden başparmaklarınızı ayırmaya çalışın... Açılacaktır, çünkü anne babanız sizinle birlikte ömür boyu yaşamayacaktır. Er ya da geç onlardan ayrılmak zorundasınız.

Baş parmaklarınızı önceki gibi birleştirip, kardeşlerinizi temsil eden işaret parmaklarınızı ayırın. Onlar da ayrılacaktır, çünkü kardeşleriniz kendi ailelerini kurup, ayrı bir hayat seçer.

İşaret parmaklarınızı birleştirip, çocuklarınızı temsil eden serçe parmaklarınızı ayırın. Onlar da ayrılacak, çünkü çocuklar da evlenir ve bir gün kendi hayatlarını kurar.

Son olarak serçe parmaklarınızı birleştirip, eşlerinizi temsil eden yüzük parmaklarınızı ayırmaya çalışın. Ayıramadığınızı görünce şaşıracaksınız.
Kaynak;cafesiyaset



11:21

canım oğlum senin için;

Burçlara Göre ÖSS Önerileri!
Yay

Sevgili Yaylar, ufukların kaşifi, yeniliklerin müjdecisi, inancın güçlü temsilcileri olan sizler, ortak bilinç duygusu içinde, muhteşem yeteneklerinizi hayata sunarak, diğerlerine yol gösterebilir, evrensel enerjinizin size çizdiği yolda güvenle ilerleyebilirsiniz. Baktığıyla yetinmeyen, bilgilenmek için delice arzu duyan sizlere sınav öncesi önerim,

Her zaman için yüksekleri hedeflemeniz ve özgüven duygunuzu ayakta tutmaya çalışmanızdır. Hayatın zorlu yollarında, karşınıza çıkabilecek her türlü engeli, yöneticiniz Jüpiterin size verdiği inanç gücüyle aşabilirsiniz. Sizler uzak yolların kaptanlarısınız. Bilindik yollarda ilerlemek yerine, kendinize yeni bir hayat kurabilmek için uzakları hedef alınız. Bunu başarmanın yolu, kendinize inanmakla olur.

Büyümeye, gelişmeye, genişlemeye açık ruhunuz, sıradan olanla asla yetinmeyecek, rutin bir hayatın içinde kaybolup gitmeyecek kadar özeldir. Hangi engel, hangi kişi ve durum sizin bağımsız karar alma gücünüzün önüne geçebilir ki? Hangi sorun, inancınızla aşılmaz ki? O zaman size düşen bilgilenmek için zirvelere çıkmak, öğrendiklerinizi başkalarıyla paylaşarak onların da büyümelerini sağlamaktır.

Sevgili Yay, siz değişken ateş burcusunuz. Güç kaynağınız olan iyimserlik gücünüz ve inancınızla pek çok insana ulaşabilir ve onları tecrübelerinizle eğitebilirsiniz.

11:13

11:00


Doğum Tarihime Göre Kişiliğim

2 Aralık-11 Aralık

Çok cesur. İnanmadığı hiçbir şeyi kabul etmeyen. Savaşma dürtüsü yüksek. Haksızlıklara boyun eğmeyen amaca yönelik hareket edebilen.
Gayet bağımsız zincirlere tahammül etmeyen. Kimsenin lafıyla hareket etmeyen. Sadık ve oldukça fedakar. Söz verdiği zaman mutlaka yerine getiren.
Aktif, hızlı ve gözüpek. Cinselliği güçlü, tutkulu, girişimci, istediği kişiye elde edebilen. Kimi zaman oldukça sabırsız, aceleci davranabilen. Rekabetçi, oldukça tutkulu.

05:17




Önce evlendigimizde hayatın daha iyi olacağına inandırırız kendimizi. Evlendikten sonra, bir çocuğumuz doğduktan, hatta ardından bir tane daha olduktan sonra hayatin daha iyi olacağına inandırırız kendimizi. Sonra çocuklar yeterince büyük olmadıkları için kızar, onlar büyüyünce daha mutlu olacağımıza inanırız. Bundan sonra ergenlik dönemlerinde çocuklarla uğrasmamız gerektiği için öfkeleniriz. Kendimize, çocuklarımız bu dönemden çıkınca daha mutlu olacağımızı,yeni bir araba alınca, güzel bir tatile çıkınca, emekli olunca, yaşantımızın dört dörtlük olacagını söyleriz. Gerçek ise su andan daha iyi bir zaman olmadığıdır. Eğer şimdi değil ise ne zaman? Hayatınız her zaman mücadelerle dolu olacaktır. En iyisi bunu kabul edip, her ne olursa olsun mutlu olmaya karar vermektir. En sevdiğim sözlerden biri Alfred D Souza'ya aittir. Der ki; " Uzun zamandan beridir hayatın -gerçek hayatın- başlamak üzere oldugu izlenimine kapılmıştım. Fakat her zaman yolumun üzerinde bir engel,öncelikle erişilmesi gereken birsey, bitmemiş bir iş, hizmet edilecek zaman,ödenecek bir borç oldu. Sonra hayat baslayacaktı. Sonunda anladım ki bu engeller benim hayatımdı. " Bu görüş açısı, mutluluga giden bir yol olmadıgını gösterdi. Mutluluk yoldur. Öyleyse sahip oldugunuz her anın kiymetini bilin ve mutluluğu, vaktinizi harcayacak kadar özel biriyle paylastığınız için ona daha fazla deger verin. Unutmayın, zaman hiç kimse için beklemez. Öyleyse , okulu bitirene kadar, 100 milyar kazanana kadar, Çocuklarınız olana kadar, çocuklarınız evden ayrılana kadar, işe baslayana kadar, Evlenene kadar, Cuma gecesine kadar, Pazar sabahina kadar, Yeni bir araba, ya da ev alana kadar, Borçlari ödeyene kadar, İlkbahara kadar, Yaza kadar, Sonbahara kadar, kisa kadar, maas gününe kadar, sarkiniz söylenene kadar, emekli olana kadar, ölene kadar.... MUTLU OLMAK İÇİN İÇİNDE BULUNDUGUNUZ 'AN ' DAN DAHA İYİ BİR ZAMAN OLDUGUNA KARAR VERMEK İÇİN BEKLEMEKTEN VAZGEÇİN. MUTLULUK BIR VARIŞ DEGİL, BİR YOLCULUKTUR. "PEK ÇOKLARI MUTLULUGU INSANDAN DAHA YÜKSEKTE ARARLAR , BAZILARI DA DAHA ALÇAKTA. OYSA MUTLULUK INSANIN BOYU HIZASINDADIR " Unutmayin " YARIN KİMSEYE VAAD EDiLMEMİŞTİR"
MURATHAN MUNGAN

05:13

Gittin.
şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza.
Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim şu kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?
..................................

12:32

ESKİDENDİ ÇOK ESKİDEN

Hani erken inerdi karanlık,
Hani yağmur yağardı inceden,
Hani okuldan, işten dönerken,
Işıklar yanardı evlerde,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani ay herkese gülümserken,
Mevsimler kimseyi dinlemezken...
Hani çocuklar gibi zaman nedir bilmezken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani hepimiz arkadaşken,
Hani oyunlar tükenmemişken,
Henüz kimse bize ihanet etmemiş,
Biz kimseyi aldatmamışken,
Eskidendi, çok eskiden.

Hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
Hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
Daha biz kimseye küsmemiş,
Daha kimse ölmemişken,
Eskidendi, çok eskiden.

Şimdi ay usul, yıldızlar eski
Hatıralar gökyüzü gibi gitmiyor üstümüzden
Geçen geçti,
Geçen geçti,
Geceyi söndür kalbim
Geceler de gençlik gibi eskidendi
Şimdi uykusuzluk vakti.

MURATHAN MUNGAN


12:24

KIRK KURAL
Birinci Kural: Yaradanı hangi kelimelerle tanımladığımız, kendimizi nasıl gördüğümüze ayna tutar. Şayet Tanrı dendi mi öncelikle korkulacak, utanılacak bir varlık geliyorsa aklına, demek ki sende korku ve utanç içindesin çoğunlukla. Yok eğer Tanrı dendi mi evvele aşk, merhamet ve şefkat anlıyorsan, sende de bu vasıflardan bolca mevcut demektir.

İkinci Kural: Hak Yolu’nda ilerlemek yürek işidir, akıl işi değil. Kılavuzun daima yüreğin olsun, omzun üstündeki kafan değil. Nefsini bilenlerden ol, silenlerden değil!

Üçüncü Kural: Kuran dört seviyede okunabilir. İlk seviye zahire manadır. Sonraki batıni mana. Üçüncü batıninın batınisıdır. Dördüncü seviye o kadar derindir ki kelimeler kifayesiz kalır tarif etmeye.

Dördüncü Kural: Kainattaki her zerrede Allah’ın sıfatlarını bulabilirsin, çünkü O camide, mescitte, kilisede, havrada değil her an her yerdedir. Allah’ı görüp yaşayan olmadığı gibi O’nu görüp ölen de yoktur. Kim O’nu bulursa sonsuza dek O’nda kalır.

Beşinci Kural: Aklın kimyası ile aşkın kimyası başkadır. Akıl temkinlidir. Korka korka atar adımlarını. ‘Aman sakın kendini’ diye tembihler. Halbuki aşk öyle mi? Onun tek dediği: ‘bırak kendini, ko gitsin!’
Akıl kolay kolay yıkılmaz. Aşk ise kendini yıpratır, harap düşer. Halbuki hazineler ve defineler yıkıntılar arasında olur. Ne varsa harap bir kalpte var!

Altıncı Kural: Şu dünyada çatışma, önyargı ve husumetlerin çoğu dilden kaynaklanır. Sen sen ol, kelimelere fazla takılma. Aşk diyarında dil zaten hükmünü yitirir. Aşık dilsiz olur.

Yedinci Kural: Şu hayatta tek başına inzivada kalarak, sadece kendi sesinin yankısını duyarak, Hakikat’i keşfedemezsin. Kendini ancak bir başka insanın aynasında tam olarak görebilirsin.

Sekizinci Kural: Başına ne gelirse gelsin, karamsarlığa kapılma. Bütün kapılar kapansa bile, sonunda O sana kimsenin bilmediği bir patika açar. Sen şu anda göremesen de, dar geçitler ardında nice cennet bahçeleri var. Şükret! İstediğini elde edince şükretmek kolaydır. Sufi, dileği gerçekleşmediğinde de şükredebilendir.

Dokuzuncu Kural: Sabretmek öyle durup beklemek değil, ileri görüşlü olmak demektir. Sabır nedir? Dikene bakıp gülü, geceye bakıp gündüzü tahayyül edebilmektir. Allah aşıkları sabrı gülbeşeker gibi tatlı tatlı emer, hazmeder. Ve bilirler ki, gökteki ayın hilalden dolunaya varması için zaman gerekir.

Onuncu Kural: Ne yöne gidersen git, -Doğu, Batı, Kuzey ya da Güney -çıktığın her yolculuğun içine doğru bir seyahat olarak düşün! Kendi içine yolculuk eden kişi sonunda arzı dolaşır.

On Birinci Kural: Ebe bilir ki sancı çekilmeden doğum olmaz, ana rahminden bebeğe yol açılmaz. Senden yepyeni ve taptaze bir “Sen” zuhur edebilmesi için zorluklara, sancılara hazır olman gerekir.

On İkinci Kural: Aşk bir seferdir. Bu sefere çıkan her yolcu, istese de istemese de tepeden tırnağa değişir. Bu yollara dalıp da değişmeyen yoktur.

On Üçüncü Kural: Şu dünyada semadaki yıldızlardan daha fazla sayıda sahte hoca şeyh şıh var. Hakiki mürşit seni kendi içine bakmaya ve nefsini aşıp kendindeki güzellikleri bir bir keşfetmeye yönlendirir. Tutup da ona hayran olmaya değil.

On Dördüncü Kural: Hakk’ın karşısına çıkardığı değişimlere direnmek yerine, teslim ol. Bırak hayat sana rağmen değil seninle beraber aksın.” Düzenim bozulur, hayatımın altı üstüne gelir “diye endişe etme. Nereden biliyorsun hayatın altının üstünden daha iyi olmayacağını?

On Beşinci Kural: “Allah, içte ve dışta her an hepimizi tamama erdirmekle meşguldur. Tek tek hepimiz tamamlanmamış bir sanat eseriyiz. Yaşadığımız her hadise, attığımız her badire eksiklerimizi gidermemiz için tasarlanmıştır. Rab noksanlarımızla ayrı ayrı uğraşır çünkü beşeriyet denen eser, kusursuzluğu hedefler.”

On Altıncı Kural: Kusursuzdur ya Allah, O’nu sevmek kolaydır. Zor olan hatasıyla sevabıyla fani insanları sevmektir. Unutma ki kişi bir şeyi ancak sevdiği ölçüde bilebilir. Demek ki hakikaten kucaklamadan ötekini, Yaradan’dan ötürü yaratılanı sevmeden, ne layıkıyla bilebilir, ne layıkıyla sevebilirsin.

On Yedinci Kural: Esas kirlilik, dışta değil içte, kisvede değil kalpte olur. Onun dışındaki her leke ne kadar kötü görünürse görünsün, yıkandı mı temizlenir, suyla arınır. Yıkamakla çıkmayan tek pislik kalplerde yağ bağlamış haset ve art niyettir.

On Sekizinci Kural: Tüm kainat olanca katmanları ve karmaşasıyla insanın içinde gizlenmiştir. Şeytan dışımızda bizi ayartmayı bekleyen korkunç bir mahluk değil, bizzat içimizde bir sestir. Şeytanı kendinde ara; dışında, başkalarında değil. Ve unutma ki nefsini bilen Rabbini bilir. Başkalarıyla değil, sadece kendiyle uğraşan insan, sonunda mükafat olarak Yaradan’ı tanır.

On Dokuzuncu Kural: Başkalarından saygı, ilgi ya da sevgi bekliyorsan, önce sırasıyla kendine borçlusun bunları. Kendini sevmeyen birinin sevilmesi mümkün değildir. Sen kendini sevdiğin halde dünya sana diken yolladı mı sevin. Yakında gül yollayacak demektir.

Yirminci Kural: Yolun ucunun nereye varacağını düşünmek beyhude bir çabadan ibarettir. Sen sadece atacağın ilk adımı düşünmekle yükümlüsün. Gerisi zaten kendiliğinden gelir.

Yirmi Birinci Kural: Hepimiz farklı sıfatlarla sıfatlandırıldık. Şayet Allah herkesin tıpatıp aynı olmasını isteseydi, hiç şüphesiz öyle yapardı. Farklılıklara saygı göstermemek, kendi doğrularını başkalarına dayatmaya kalkmak, Hak’ın mukaddes nizamına saygısızlık etmektir.

Yirmi İkinci Kural: Hakiki Allah aşığı bir meyhaneye girdi mi orası ona namazgah olur. Ama bekri aynı namazgaha girdi mi orası ona meyhane olur. Şu hayatta ne yaparsak yapalım, niyetimizdir farkı yaratan, suret ile yaftalar değil.

Yirmi Üçüncü Kural: Yaşadığımız hayat elimize tutuşturulmuş rengarenk ve emanet bir oyuncaktan ibaret. Kimisi oyuncağı o kadar ciddiye alır ki ağlar, perişan olur onun için. Kimisi eline alır almaz şöyle bir kurcalar oyuncağı, kırar ve atar. Ya aşırı kıymet verir, ya kıymet bilmeyiz.
Aşırılıklardan uzak dur. Sufi ne ifrattadır ne tefritte. Sufi daima orta yerde…

Yirmi Dördüncü Kural: Madem ki insan eşref-i mahlukattır, yani varlıkların en şereflisi, attığı her adımda Allah’ın yeryüzündeki halifesi olduğunu hatırlayarak, buna yakışır soylulukta hareket etmelidir. İnsan yoksul düşse, iftiraya uğrasa, hapse girse, hatta esir olsa bile, gene de başı dik, gözü pek, gönlü emin bir halife gibi davranmaktan vazgeçmemelidir.

Yirmi Beşinci Kural: Cenneti ve cehennemi illa ki gelecekte arama. İkisi de şu an burada mevcut. Ne zaman birini çıkarsız, hesapsız ve pazarlıksız sevmeye başarsak, cennetteyiz aslında. Ne vakit birileriyle kavgaya tutuşsak; nefrete, hasede ve kine bulaşsak, tepetaklak cehenneme düşüveririz.

Yirmi Altıncı Kural: Kainat yekvücut, tek varlıktır. Her şey ve herkes görünmez iplerle birbirine bağlıdır. Sakın kimsenin ahını alma; bir başkasının hele hele senden zayıf olanın canını yakma. Unutma ki dünyanın öte ucunda tek bir insanın kederi, tüm insanlığı mutsuz edebilir. Ve bir kişinin saadeti, herkesin yüzünü güldürebilir.

Yirmi Yedinci Kural: Şu dünya bir dağ gibidir, ona nasıl seslenirsen o da sana sesleri öyle aksettirir. Ağzından hayırlı bir laf çıkarsa, hayırlı bir laf yankılanır. Şer çıkarsa, sana gerisin geri şer yankılanır.
Öyleyse kim ki senin hakkında kötü konuşur, sen o insan hakkında kırk gün kırk gece sadece güzel sözler et. Kırk günün sonunda göreceksin her şey değişmiş olacak. Senin gönlün değişirse, dünya değişir.

Yirmi Sekizinci Kural: Geçmiş zihinlerimiz kaplayan bir sis bulutundan ibaret. Gelecek ise başlı başına bir hayal perdesi. Ne geleceğimizi bilebilir, ne geçmişimizi değiştirebiliriz. Sufi daima şu an’ın hakikatini yaşar.

Yirmi Dokuzuncu Kural: Kader, hayatımızın önceden çizilmiş olması demek değildir. Bu sebepten” ne yapalım kaderimiz böyle “ deyip boyun bükmek cehalet göstergesidir. Kader yolun tamamı değil sadece yol ayırımlarını verir. Güzergah bellidir ama dönemeç ve sapaklar yolcuya aittir. Öyleyse ne hayatın hakimisin, ne de hayat karşısında çaresizsin.

Otuzuncu Kural: Hakiki Sufi öyle biridir ki başkaları tarafından kınansa, ayıplansa, dedikodusu yapılsa, hatta iftiraya uğrasa bile, o ağzını açıp da kimse hakkında tek kelime kötü laf etmez.
Sufi kusur görmez. Kusur örter.

Otuz Birinci Kural: Hakk’a yaklaşabilmek için kadife gibi bir kalbe sahip olmalı. Her insan şu veya bu şekilde yumuşamayı öğrenir. Kimi bir kaza geçirir, kimi ölümcül bir hastalık; kimi ayrılık acısı çeker; kimi maddi kayıp… Hepimiz kalpteki katılıkları çözmeye fırsat veren badireler atlatırız. Ama kimimiz bundaki hikmeti anlar ve yumuşar; kimimiz ise, ne yazık ki daha da sertleşerek çıkar.

Otuz İkinci Kural: Aranızdaki bütün perdeleri tek tek kaldır ki, Tanrı’ya saf bir aşkla bağlanabilesin. Kuralların olsun ama kurallarını başkalarını dışlamak yakut yargılamak için kullanma. Bilhassa putlardan uzak dur, dost. Ve sakın kendi doğrularını putlaştırma. İnancın büyük olsun ama inancınla büyüklük taslama!

Otuz Üçüncü Kural: Bu dünyada herkes bir şey olmaya çalışırken sen HİÇ ol. Menzilin yokluk olsun. İnsanın çömlekten farkı olmamalı. Nasıl çömleği tutan dışındaki biçim değil, içindeki boşluk ise, insanı ayakta tutan da benlik zannı değil, hiçlik bilincidir.

Otuz Dördüncü Kural: Hakk’a teslimiyet ne zayıflık ne edilgenlik demektir. Tam tersine, böylesi bir teslimiyet son derece güçlü olmayı gerektirir. Teslim olan insan çalkantılı ve girdaplı sularda debelenmeyi bırakır; emin bir beldede yaşar.

Otuz Beşinci Kural: Şu hayatta ancak tezatlarla ilerleyebiliriz. Mümin içindeki münkirle tanışmalı, Tanrıya inanmayan kişi ise içindeki inananla. İnsan-ı Kamil mertebesine varana kadar gıdım gıdım ilerler kişi. Ve ancak tezatları kucaklayabildiği ölçüde olgunlaşır.

Otuz Altıncı Kural: Hileden, desiseden endişe etme. Eğer birileri san tuzak kuruyor, zarar vermek istiyorsa, Tanrı’da onlara tuzak kuruyordur. Çukur kazanlar o çukura kendileri düşer. Bu sistem karşılıklar esasına göre işler. Ne bir katre hayır karşılıksız kalır, ne bir katre şer.
O’nun bilgisi dışında yaprak bile kımıldamaz. Sen sadece buna inan!

Otuz Yedinci Kural: Tanrı kılı kırk yararak titizlikle çalışan bir saat ustasıdır. O kadar dakiktir ki sayesinde her şey tam zamanında olur. Ne bir saniye erken, ne bir saniye geç. Her insan için bir aşık olma zamanı vardır, bir de ölme zamanı.

Otuz Sekizinci Kural: ’Yaşadığım hayatı değiştirmeye, kendimi dönüştürmeye hazır mıyım?’ diye sormak için hiçbir zaman geç değil. Kaç yaşında olursak olalım, başımızdan ne geçmiş olursa olsun, tamamen yenilenmek mümkün.
Tek bir gün bile tıpatıp aynıysa yazık. Her an her nefeste yenilenmeli. Yepyeni bir yaşama doğmak için ölmeden önce ölmeli.

Otuz Dokuzuncu Kural: Noktalar sürekli değişse de bütün aynıdır. Bu dünyadan giden bir hırsız için bir hırsız daha doğar. Ölen her dürüst insanın yerini bir dürüst insan alır. Hem bütün hiçbir zaman bozulmaz, her şey yerli yerinde kalır, merkezinde… Hem de bir günden bir güne hiçbir şey aynı olmaz.
Ölen her Sufi için Yeni bir Sufi daha doğar.

Kırkıncı Kural: Aşksız geçen bir ömür beyhude yaşanmıştır. Acaba ilahi aşk peşinde mi koşmalı, mecazi mi, yoksa dünyevi, semavi ya da cismani diye sorma! Ayrımlar ayrımları doğurur. AŞK’ın ise hiçbir sıfat ve tamlamaya ihtiyacı yoktur.
Başlı başına bir dünyadır aşk. Ya tam ortasındasındır, merkezinde, ya da dışındasındır, hasretinde.

ELİF ŞAFAK/AŞK


09:46

BENİ HEP GÖRDÜKLERİ GİBİ SANDILAR

Hem herkes gitti. Evde yapayalnızım şimdi.
Artık iyi anladım, kimselere benzemiyorum. Bu beni ürpertiyor, ama yalnızlığımla iyiyim yine de...
Günlerdir öyle çok kaçmışım ki kendimden, içimle konuşmayı unutmuşum. Unutmak değil aslında bu, bir yorgunluk; bir tür bitkin düşme. Yaşamaktan, herkesten biri gibi olmaya çalışmaktan bitkin düşme bu... Mutlu gözükmeye uğraşmaktan... Her şey yolundaymış gibi yapmaktan bitkin düşme...
Evim doldu boşaldı bu yaz. Ama sonunda herkes gitti. Ve gidenlerin çoğu beni gördükleri kadar sandılar. Onların bunda bir suçu yok aslında, öylesine yorgunum ki, kimseyi suçlayamam artık. Hem ben böyle olmasını istedim. Çünkü yorulmuştum kendimden. Yorulmuştum kimselere benzemezliğimden... Hem kime neyi kanıtlayacaktım ki. Birbirimiz için kısa, keyifli, ama önemsiz birer molaydık artık... Gece konuştuklarımızın gündüzleri hiç hükmü yoktu. Para ve zorunluluklar bizi gündüzleri tanınmaz hale getiriyordu. Bıçak gibi kesiliyordu geceyle gündüz. Ekonominin güçlü ve değişmez yasaları o azıcık kalmış, o zavallı özgürlük düşlerimizi durmaksızın aşağılıyordu... Bugün tanıdığımızı sandığımız biri, yarın hiç tanınmaz hale geliyordu... Ama hiç...
Üstelik ne kadar istese de kimse kimseyi gerçekten tanıyamazdı artık. Oysa herkes içiçeydi yine de... Dipdibeydi. Gürültü, bağırış çağırış içinde. Ama yine de birbirinden çok uzaktaydı herkes. Tek bile değil, yalnız bile değil. Hiçkimse bile değil. Korkak, bencil, zavallı, hesapçı tetikte... Ve uzaktaydılar. Uzaktan, onca yitiriş içinde yine de onu nasıl biliyorsa, işte o kayıp sevgiyi, işte o neyse ve ne için, peki öyle diyelim, kırmayalım kimseyi, sevgilerini diyelim, işte onu veremiyorlardı... Ama öylesine uzaktaydılar ki, artık bir sevgileri olup olmadığını bilemeyecek kadar. Belki de olup olmadığını bilemedikleri sevgilerini vermemek için kendilerinden uzağa atmışlardı kendilerini... Bu yüzden sevmedikleri ve sevilmedikleri için ölmekten delice korkuyorlardı... Ama en çok sevemedikleri için... Böyle söyleyelim, kırmayalım kimseyi, sevgiyi kırsak bile!..
Ama kendini yitirmek pahasına ve ondan daha çok, amansızca kazanmak istiyordu herkes. Ve kazandıklarından emin olduktan sonra sevgilerini vermeyi hesaplıyorlardı. Evet, dünya ve insan buydu. Sevgiyi vermek bile bir hesap kitap işiydi artık... Kazandıktan sonra konuşulacak bir zamanlama işi. Herşey bir yasaya bağlanıyordu. Sevgi de, özgürlük de hep bir yasaya bağlanıyordu; sevginin ve özgürlüğün aşılmaz sınırları vardı.
Her sabah insanlar uyanır uyanmaz ilk iş bunu öğreniyorlardı. Bugün sevgiye ne kadar özgürlük tanınmış, bugün özgürlüğe ne kadar sevgi tanınmış... Sınırlarını zihnine kazıyor, bu yasaları ezberliyor ve ona göre hareket ediyorlardı...
Sahi neyi arıyorum, bekliyorum bu insanların arasında. Onlara benzeyip, aralarında kaybolup gitmeyi mi. Sahi ne bekliyorum? Yaşamın katı kurallarını kabul edip, susmayı ve oynamayı mı tercih etmeliyim yoksa...
Sahi neden herkesten biri gibi olmayı oynuyorum ben... Sevilmek için mi? Hiç olmayacak bir şey için, sevilmek için; evet, belki de.
Ama beni kimse gerçekten tanımıyor ki.. Tanımadıkları birini nasıl gerçekten sevecekler. Beni tanıyıp sevmeleri mümkün mü?
Kimin buna zamanı var... Hem herşey bunca planlıyken... Gündüzlerin o değişmez, o korkunç yasaları geceleri kurduğumuz o küçük özgürlük düşlerimizle bile alay ederken...
Peki, beni gerçekten tanıyan birinin beni sevmesi mümkün mü, herşeyimle?.. İmkansız değil, ama olsaydı, kesin lanetlenirdik birlikte. Bizi kimseler arasına almazdı. Toplum dışı olurduk. Ama müthiş bir aşk olur. Ve bizi en çok ölüm severdi. En çok ölüm kollardı. Güzel olurdu ve en çok ölüm okşardı saçlarımızı...
Ama yok, olmadı böyle bir şey. Çünkü önce varolabilmem gerekli, varolabilmem için lanetlenmem; ama bunun için hep birini beklediğimi biliyorum. Varolabilmek için bile birine ihtiyaç duyuyorum çünkü. Bu benim en büyük trajedim, derin eksikliğim... Evet varolmak, bu yüzden kaçınılmaz olarak lanetlenmek istiyorum, ama bunun için mutlaka birisine ihtiyaç duyuyorum. Bir yoldaşa, bir sevgiliye, bir yoldaş sevgiliye...
Oysa varoluş yolculuğuna tek başıma çıkmam gerekir. Çıldırmayı, yok edilmeyi, ya da kendimi yok etmeyi göze almam... Hem de yanımda hiç kimseler yokken...
İşte belki ancak bundan sonra, benim gibi varoluş yolculuğuna çıkmış, çıldırmayı, lanetlenmeyi, yok edilmeyi, ya da kendini yok etmeyi göze almış biriyle yoldaş sevgili olabilirim...
Oysa gizlice görüyorum kendimi. Gizlice ve acıtarak izliyorum yaptığım herşeyi. Korkuyorum oysa, deliler gibi korkuyorum lanetlenmekten. Dışlanmaktan... Ne kadar karşı çıksam da toplumda saygın bir yerim olsun istiyorum. Saygınlık için uğraşanlardan ne kadar nefret etsem de bu böyle. Hep yalnız kalacağım, bunu iyi biliyorum; ama az da olsa biraz gücüm olsun, beni yok edemedikleri bir yerde olayım, işte o zaman, bütün mazlumlar ve ezilenler, üzüldüğüm ve ezilen kendim gibiler için savaşırım diyorum. Ancak o zaman, ama şimdi, beni farkedip, yoketmesinler istiyorum. Onlarla hesaplaşmaya hazır olduğum güne kadar bana izin versinler... Bunu beni yoketmek isteyenlerden diliyorum. İşte kendimi böyle aldatıyorum. Ve bu ana kadar, onlarla hesaplaşacak gücü elde edene kadar, razıyım kendimden uzak olmaya, kendimi sayıklamaya, razıyım varolmamaya, yeter ki beni yok etmesinler, dışlamasınlar, razıyım sanki herkesten biri gibi görünmeye... Razıyım sanki kendimi sayıklamaya... Sayıklar gibi yaşamaya... İşte kendimi böyle aldatıyorum.
Mevsimler hızla geçiyor oysa. Geçsin, aslında istiyorum bunu. Kendim olmadan geçen bütün mevsimler geçsin istiyorum. Dün yazı özlüyordum. Öğrenilmiş bir çaresizlikle şimdi kış gelsin istiyorum. Acılar ve yoksulluk biraz daha artacak, biliyorum...
Belki bizim buralarda evsiz, kimsesiz birkaç şarapçı daha ölecek çok soğuk havalarda. Ve ben çadırlarda yaşamak zorunda kalan insanları utanarak düşüneceğim başımı pencereme dayayıp... Ama sonunda hiçbir şey değişmeyecek... sonuçta yine yaşlı bir kurt gibi yalnızlıktan ve kimsesizlikten parlayacak yollarda gözlerim. Yine sonsuz bir açlık ve merakla bakacağım yanımdan gelip geçen insanlara... Yine yollarda yürürken, insanlarla gözgöze gelirken garip bir suçluluk duygusu, yapışkan bir kibir, iyileşmesi mümkün olmayan bir çekingenlik duyacağım.
Yine sırf konuşuyor olmak için, içimden hiç gelmeyen, aslında hiç merak etmediğim şeyler soracağım karşılaştığım insanlara. Yine onlar bana cevabını çok önceden bildiğim şeyler söyleyecekler. Yine ben sırf konuşmak için konuştuğum, cevabını bildiğim şeyler sorduğum için küçümseyeceğim kendimi... Bu hep böyle olacak...
Çünkü biliyorum, varolamadığım için zayıfım. Belki de beni benden kopartanlar kadar güçsüzüm, korkağım ve muhtacım beni benden kopartan insanlara bile...
Ne yazık ki muhtacım kendimi hiç olmadığım, hiç hissetmediğim gibi göstermeye...
Oysa çoktan anladım, dilsizim ben. Bu yüzden çok konuşuyor ve durmaksızın yazıyorum. Dilsizliğim anlaşılmasın diye her soruyu daha sorulmadan cevaplıyorum...
Ve kendim gibi bir dilsizi özlüyorum çaresizce. Mükemmeli oynayan. Herkes gibi biri olmaya çalışan. Onu kendisinden kopartanlara bile saygıda kusur etmeyen bir dilsizi.
Kimse kendisini incitip, küçümsemesin diye kendisini sayıklayan bir dilsizi...
Herşeyi bilip de hiçbir şey yapamayan, en fazla evine kapanıp, bir süre kimseleri aramayan, ama, yine de onu kendisinden kopartanlara muhtaç olup, aramak zorunda kalan birini...
Aradığım insan bana benziyorsa, benim gibiyse eğer, yorulmuşsa kendisini sayıklamaktan, o da benim gibi muhtaçsa varolmak için kendi gibi birini bulmaya, o zaman bağışlamasın istiyorum hiçbir yalanımı, bütün dengelerimi birer birer bozsun, kınasın, yerin dibine batırsın beni, küçümsesin, yüzüme vursun istiyorum bütün zaaflarımı.
Ben de, ben de aynı şeyi yapmalıyım ona.
Birbirimizi bulmuşken yitirmek pahasına hem de. Tek başımıza varolamayışımızın acısını birbirimizden çıkarmak pahasına... Ama biliyorum onun elinden gelmez kimseyi kırmak. Hele kendisine benzeyen birini hiç... Çünkü bilir benim gibi o da, en büyük acıyı ve kırgınlığı o yıllardır aradığı, ona en çok benzeyen insanın yaşatacağını... Bilir bunu, ama yine de engel olamaz kendisine... Öylesine bıkmış, öylesine tükenmiştir ki onu kendisinden kopartanlardan; ama madem o da benim gibi bir başına varolamıyor, en büyük yıkımın kendi gibi birinden gelmesini ister. Tek başına varolmayan, kendisini özlemekten bıkmış birinden gelsin ister... tıpkı benim gibi... Yalnızlığı gibi sever, ürperişi gibi sever onu. Saçını gerçek bir sevgiyle okşayan ölümü gibi... Korkup da veremediği sevgisinin hayaleti gibi...
Bilmek istemez, uğruna ölümü bile göze aldığı bu insandan bile aslında ayrı ve farklı bir insan olduğunu bilmek istemez...
Bu hayatta insana en büyük yıkımın, en güvendiği ve herkesten çok inandığını sandığı insandan geldiğini bilse bile, bilmezden gelir... Çünkü içinde yıllardır taşıdığı o karanlık gizi, o da taşır... Ve herkesten çok onlar iyi bilir bu karanlık gizi taşıdıklarını...
Hem o da benim gibidir, bilirim; kimi en çok kaybetmekten korksa, onu o anda yitirmeye başladığını anlamıştır hep...
Herkes gitti... Yaz da bitti. Evde yapayalnızım şimdi... anladım kimselere benzemiyorum ben. Ve ezilmiş, küçümsenmiş sevgimle başbaşa kaldım yine. Tıpkı onun gibi.

Cezmi Ersöz

00:15

Ben kuşlardan da küçüktüm
bir gece vaktiydi
Aşk tuttu elimden beni
Geçtim düşler sokağından bir gece vaktiydi
Ceplerimde hacıyatmazlar

yağmur yağsa, uykum kaçsa
bir kuş konsa badi parmağıma
Ağlardım bir başıma

Sevdadandır, sevdadandır
sevdadandır dedi annem aldırma
Aldırma gel yanıma

Kaç mevsim aşk pazarında geçti yalanlarla
Düş sattım aldanmışlara
Aklım kaçıverdi elimden bir gece vaktiydi
Sevdiğim başka sevenim başka

Yağmur yağsa,uykum kaçsa
Bir kuş konsa badi parmağıma
ağlardım bir başıma

Sevdadandır, sevdadandır
Sevdadandır dedi annem aldırma
Aldırma gel yanıma